2019 yılının ilk günleriydi. Değerli akademisyen dostumuz Doç. Dr. Mehtap Demir-Güven aradı ve bana, bir proje üzerine konuşmak istediğini söyledi. Buluştuğumuzda, padişah bestekârların eserlerinden oluşan bir kayıt-külliyat-yayın çalışması yapılacağını anlatarak bu projede yer alıp alamayacağımı sordu. Memnuniyetle yer alabileceğimi ifade ettim. Görüşmemiz ilerledikçe, kuracağım ses ve saz ekipleriyle eser tespit ve kayıt çalışmalarını nasıl yapacağımız netleşmeye başladı.
Ancak bu netleşmeyle birlikte kafamda yerine tam oturmayan bir sorun alanı da kendini hissettirmeye ve beni rahatsız etmeye başladı. Üzerinde çalışacağımız dönemler, çok uzun bir tarihi sürece karşılık geliyordu. Elimizde, en eski örneklerinden başlayarak son padişah Vahdettin’e kadar uzanan yüzlerce yıllık bir tarih söz konusuydu.
Bu çok uzun dönem zarfında bestelenmiş eserler, kuşkusuz ki çok belirgin üslup farklılıklarına sahipti. Bu dönemlerin her birinde, kullanılan çalgılardan musiki anlayışlarına, makamların kullanılış ve ifade ediliş biçimlerinden, eserlerin verdiği duygulara kadar uzanan bariz üslup farkları vardı. Bu hayati önemdeki farklılıkları, hemen hemen aynı çalgılarla, aynı anlayış ve tavırla ve müzikal üslupları birbirinden çok da farklı olmayan ses ve saz sanatçılarıyla ortaya çıkarabilmek çok mümkün olamayabilirdi. IV. Murad’a ait bir eserle II. Mahmud’a ait bir eseri, sanki aynı dönemde bestelenmişçesine aynı etkileri uyandıracak biçimde icra etmek yeknesak sonuçlar verebilirdi. Bununsa projenin toplam kalitesini ve başarısını olumsuz yönde etkilemesi –bence– kaçınılmaz olurdu.
Kafamda problem oluşturan bu meseleyi dile getirerek, ihtisas açısından üzerinde yıllardır yoğunlaştığımız bir alan ve dönem olduğu için III. Selim’e ait eserleri kolaylıkla ve memnuniyetle yapabileceğimizi, ancak daha eski dönemlerin kendine özgü sadasını yakalayabilmek için, erken dönem musiki icrası konusunda kafa yormuş, emek sarf etmiş, fikirlerini kuvveden fiile başarıyla çıkartmış Fikret Karakaya’nın ve topluluğu Bezmârâ’nın projeye dahil edilmesinin çok isabetli olacağını ifade ettim. Zira eski dönem müzikleri üzerine yoğunlaşması ve o dönemlere ait çalgıları kullanması sebebiyle Bezmârâ’nın, belirli eserler üzerinde olması gerekene çok daha yakın bir sadayı yakalamak hususundaki başarısından kuşku duymuyordum.
Netice itibarıyla, bu görüşüm ve önerim kabul gördü ve yine şahsi kanaatimce, elde edilecek sonucun toplam kalitesi üzerinde olumlu bir aşama kaydedilmiş oldu.
Proje kapsamında, müzik yönetmenliğini üstlendiğim III. Selim’e ait eserlerin tespit, icra ve kayıt macerası ise şu şekilde seyretti:
İlk adımda, azami sayıda eseri ihtiva eden bir liste oluşturmak ve hemen ardından listede yer alan eserlerin notalarına ulaşmak gerekiyordu. Mehtap Demir Hoca, listeyi eksiksiz oluşturarak tarafımıza ulaştırdı. Notaların bir araya getirilmesi hususunda en önde gelen başvuru kaynağımız, Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu ile Türk Musikisi Vakfı’nın internet siteleri üzerinden yayın hizmetini devam ettiren Türk Müzik Kültürünün Hafızası adlı nota programı oldu. Çeşitli kaynaklarda adları zikredilen, fakat maalesef notalarına ulaşılamayan eserler söz konusu olduğu için, kaydedilen eser sayısı, ilk oluşturulan listedeki eser sayısından daha az kaldı. Neticeten, peşrev ve saz semaisi formlarında olmak üzere 40 saz eseri ile na’t, tevşih, ilahi, kâr, beste, şarkı ve köçekçe gibi beste şekillerinden 26 eseri kaydettik. III. Selim’e ait notaları elde bulunan eserler, kaydettiğimiz 66 eserin en az iki katı kadar daha fazlaydı. Kalanını kaydetmedik, çünkü kalan eserler, proje kapsamında başka bir kayıt kaynağından elde edilmişti.
İkinci adımda, icra ekibini oluşturmak gerekiyordu. Mümkün olabilen en sade ve temiz icrayı elde edebilmek için, en az sayıda ve müzikalite açısından vazgeçilmezliği olan çalgı cinslerini bir araya getirmek üzere tanbur, daire, ney, kemençe, kanun ve viyolonselle kayıtlarımızı gerçekleştirdik.
Saz eserlerini daha önce tamamladığımız kayıt çalışmalarında, her bir saz için veya saz grupları halinde ayrı ayrı kanal kayıtları yapmayı tercih etmedik. Doğal, samimi ve canlı sonuçlar elde edebilmek maksadıyla, bütün sazlar aynı anda stüdyoya girmek suretiyle, kayıtlarımızı “hücum kayıt” diye adlandırılan usulde yaptık.
Sözlü eser kayıtlarındaysa ses sanatçılarının icraları, enstrümanların önceden çaldığı müzikler üzerine, yapılacak icranın solo veya toplu biçiminde olmasına göre kaydedildi. Erkek veya hanım ağızlarına ve solist icrasına uygun olan eserlerin solo olarak; toplu icraya uygun, özellikle büyük beste şekillerindeki eserlerinse cumhur icrayla kaydedilmesine özen gösterdik. Dini musiki formlarındaki eserler, gelenekte olduğu gibi erkek sanatçılar tarafından, ladini musiki formlarındaki eserler ise hem erkek hem hanım sanatçılar tarafından icra ettirildi.
Kayıt çalışmalarında, özellikle saz eserlerinin icrası sırasında bazı çözümleme zorluklarıyla karşı karşıya kaldık. Eserlerin önemli bir kısmının icralarına arşivlerde hiç rastlanmadığını, birçok eserin aşina olunmayan makamlara ait olduğunu ve eldeki notalarda da önemli yazım hataları veya işaret yanlışlıkları olduğunu fark ettik. Bu yüzden, bazı eserlerin belli bölümlerinin nasıl seslendirilmesi gerektiği konusunda açmazlar yaşadık. Ancak bu gibi sorunları halletmekte çok vakit kaybetmedik, çünkü Türk musikisi nazariyatı konusunda engin bilgisi ve tecrübesiyle, Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu’nun o tarihteki şefi Fatih Salgar, her başvurumuzda bizi sonuca ulaştıracak çözümleyici bilgileri aktarmaktan imtina etmedi. Aktardığı bilgiler sayesinde problemlerimizi kolayca çözdük. Bu sebeple kendisine müteşekkiriz.
Proje kapsamında seçtiğimiz sazları icra eden sanatçıları belirlerken de bazı kriterler gözettik. İcra edeceğimiz musiki bir padişaha, üstelik de bir musiki dehası olan III. Selim’e ait olduğu için, padişahın “ihtişamı sadeliğinde gizli” yönünü duyurabilecek müzisyenlerle çalışmamız gerekiyordu. Yapacağımız iş, çiçekli-süslü icra tarzına uygun değildi. Sadelik, berraklık ve ruha nüfuz edebilmekle yakalanabilecek “sakin bir sağlamlık” gerekiyordu. Elde ettiğimiz neticeye ulaşmamızı sağlayan, her biri kendi alanında ülkemizin yüz akı olan Lütfiye Özer (kemençe; Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu), Pelin Değirmenci (tanbur; TRT İstanbul Radyosu), Serap Çağlayan (kanun; Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu), Hüseyin Özkılıç (ney; Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu) ve Volkan Ertem’e (viyolonsel; Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu) müteşekkirim.
Projede yer alan ses sanatçıları da, Türk musikisinde genç kuşağın en önde gelen sesleri arasından seçildi. Atakan Akdaş (Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu), Bekir Ünlüataer (Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu), İbrahim Suat Erbay (TRT İstanbul Radyosu), Gizem Coşkun (Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu), Aybige Demir Okan (Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu) ve Merve Kıvılcımer’e (Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu) projeye katkıları için teşekkür ediyorum.
Kaydedilen 40 saz eserinin 18’i peşrev, 22’si saz semaisi beste şekillerindeydi. Seslendirilen 18 peşrevin 4 hane olanları 13; 5 hane olanları 1; 3 hane olanları 3 ve 2 hane olanları 1 tanedir.
22 saz semaisinden sadece 2 numaralı Suzidilara Saz Semaisi 3 hane olup, kalan 21 saz semaisi 4 hanelidir.
26 sözlü eserin beste şekillerine göre dökümüyse 1 na’t, 1 tevşih, 4 ilahi, 1 kâr, 1 beste, 17 şarkı ve 1 köçekçe şeklindedir.
“Ne ararsam sende mevcûd” sözleriyle başlayan, güfte şairi meçhul ve mahur makamındaki şarkı ile “Nihâl-i kametin bir gül-fidândır” sözleriyle başlayan, güfte şairi meçhul ve suzidilara makamındaki şarkının bazı kaynaklarda II. Mahmud’a ait olduğuna dair bilgilere rastlanmaktadır. Şarkıların III. Selim’in mi, yoksa II. Mahmud’un mu olduğuna dair kesinlik ifade eden bir belge bulunmadığı için, adı geçen eserler proje kapsamında her ihtimale karşı kaydedilmiş ve bu kayıtlar için konuyla ilgili bir bilgi notu eklenmiştir. “Nedir keyfsizliğin söyle bileyim” sözleriyle başlayan hüzzam makamında, bestesi Hafız Abdullah Efendi’ye, güftesiyse III. Selim’e ait olan eser, hünkârın başka bir bestekâr tarafından bestelenen şiirleri açısından örnek bir eser olduğundan proje kapsamında kaydedilmiş, konuyla ilgili bilgi not olarak eklenmiştir.
Birçok eser daha önceden kaydedilmediği, dolayısıyla icra eden sanatçılar herhangi bir icra örneğini dinleme şansı bulamadığı ve eldeki notaların büyük kısmında metronoma dair bir kayıt yer almadığı için; kayıt çalışmalarını yaparken “eserlerin metronomlarının ne olacağı”na dair bir soruyla karşı karşıya kaldığımızda, bize çıkış yolunu gösteren şeyin “musikiye teslimiyet” olduğunu gördük. Yani eserin giderinin ne olacağına dair bir fikrimizin olmadığı/olamadığı eserleri, çeşitli metronomlarda ardı ardına icra ettik. İcralardan birinde eserin mutlaka, “Benim metronomum bu!” diye dile geldiğini ve bu duygunun bütün müzisyenlerde ortak payda halinde belirdiğini söylemeden geçmek olmaz. Biz de elbette ki o metronomu tercih ettik.
Saz eserlerini icra eden sazendelerin, icra edilen eserlerdeki musikinin gönüllerindeki yansımalarını doğrudan çalgılarına ve dolayısıyla kayıtların son haline aksettirdiklerinden hiç kuşkum yok. Çünkü provalar yapılırken nasıl bir nüansla çalınacağı hususunda üzerinde bir konuşma yapılmamış kimi müzik cümlelerindeki nüansların, sanki önceden kararlaştırılmışçasına bütün sazendeler tarafından aynı anda yapılmasını hayret ve mutlulukla müşahede ettik. Bu ayrıntı da, hükmetmeye çalışmak yerine “musikiye teslimiyet”in nelere kadir olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdi.
Sözlü eserlerin ve saz eserlerinin tamamının icrası sırasında dikkat ettiğimiz en önemli noktalardan biri de “üslup” meselesiydi. Bu husus daha çok soyut temellere dayandığı, ruh ve duygu esası üzerine oturan bir konu olduğu için, “ruh ve duygu” zeminine sabit kalmayı ve bu daireden dışarı hiç çıkmamayı gözettik. Üslup dairesinden çıkmamak için gerekli olan iki temel soruya ait sarkaç, kafamızın içindeki saatin altında tik-taklarını aralıksız sürdürdü: “III. Selim olsa, bu eserlerini nasıl icra ederdi?” ve “III. Selim şimdi karşımızda bizi dinliyor olsa, biz bu eserleri nasıl icra ederdik?”
Kayıtlarını tamamladığımız küçük sayılamayacak bu külliyatın miksaj ve mastering aşamasındaysa, başta İhsan Apça olmak üzere Ada Stüdyosu’nun kıymetli beyin takımını oluşturan Özgür Özkan Mete ve Ceren Çakar’ın dikkatli ilgileriyle ve stüdyonun alameti farikası olan Kedi Minuk’un verdiği pozitif enerjiyle eserleri dinleyiciye ulaştırılacağı son haline getirmiş olduk. Kendilerine şükranlarımızı arz ediyoruz.
Hünkâr Makamı projesi kapsamında üzerimize düşen çalışmaların her aşamasında yakın desteğini ve himaye edici ilgisini daima üzerimizde hissettiğimiz proje yapım yetkilileri Atilla Özdemir ve Selçuk Murat Kızılateş’e teşekkür borcumuzun eda edilmesi zevkli bir görevdir. En rahat fiziki ve ruhi şartlarda çalışabilmemiz için bir dediğimizi iki etmediklerini özellikle belirtmemiz gerekir.
Müzikle ilgili üretimlerin en çabuk şekilde tüketilip-unutturulması ve satılabilecek yeni ürünlerin çok hızlı biçimde piyasaya sürülmesi esasına dayalı günümüz kültür ve sanat dünyasındaki müzik piyasasında, “klasik” olana rağbetin tamamen devredışı hale getirilmiş olduğu tartışmasız bir olgudur. “Sürekli ve seri tüketim” ilkesine dayandığı için klasik olana ilgiyi tamamen dışlayan böylesine “zor” bir ortamda, Türk musikisi tarihinin yüksek klasik değerlerini temsil eden bu önemli sayfaları gündeme taşımak üzere girişimde bulunan yapımcımız Atilla Özdemir en kalbi teşekkür ve övgüleri hak etmektedir. Çünkü bu girişim, günümüz dünyasının geçerli iktisadi prensipleri ve müzik üretimi eğilimleri açısından hiç de akılcı olarak değerlendirilemeyecek bir faaliyet olma özelliği taşımaktadır. İdealist bir anlayış ve cesaret olmaksızın bu önemli işlerin başarılamayacağı kuşkusuzdur.
Osmanlı hanedanına mensup bestekârlar için geçmiş yıllarda birbirinden bağımsız bazı kayıt ve yayın çalışmaları yapılmıştır. Bestekârlık özellikleriyle öne çıkan Osmanlı padişahlarının günümüze ulaşabilen eserlerinin tamamını tek bir külliyat halinde bir araya getirmek ise bilebildiğimiz kadarıyla mümkün olmamıştır. Hünkâr Makamı projesi, bu açıdan bir “ilk” olma özelliği taşımaktadır. Kültür ve sanat dünyamızda önemli bir boşluğu dolduracağına inancımız tamdır.
Hünkâr Makamı: Bestekâr Padişahlar Külliyatı ile, 211 yıl aradan sonra III. Selim’i bir kez daha hissedebilmek emsalsiz bir zevk ve ayrıcalıktı. Vesile olanlara sonsuz şükranlarımızla...
Mehmet Güntekin
ESER
PADİŞAH
SES SANATÇISI